Van’da siyaset dersi verdiler (Aday Olacaklar Bunu İyi Okusun) 3 önemli gazeteci Van’a geldi, yerel seçim öncesi adeta siyaset dersi verdi.
Van Ticaret ve Sanayi Odası Toplantı Salonu’nda, Gazeteci-Yazar Baki Karaca’nın organize ettiği halka açık ‘Van’dan Sesleniş Paneli’ düzenlendi. Moderatörlüğünü Prof. Dr. Şakir Gözütok yaptığı panele, Yeni Akit Gazetesi Yazarı Abdurrahman Dilipak, Star Gazetesi Yazarı Selahattin Eş Çakırgil ve Karar Gazetesi Yazarı Yıldıray Oğur katıldı. Panelde; “Türkiye’nin Ekonomik Çalkantılarının Nedeni?” “Yerel Seçimlerin Önemi ve Türkiye’deki Siyaset Gerçeği.” “Bölge Gerçeği ve Kayyumlar” gibi konular ele alınarak değerlendirildi.
Gazeteci Baki Karaca’nın düzenlediği Van’dan Sesleniş Paneli 3 önemli gazetecinin katılımıyal Van TSO ev sahipliğinde gerçekleşti. Moderatörlüğünü Prof. Dr. Şakir Gözütok yaptığı panele, Yeni Akit Gazetesi Yazarı Abdurrahman Dilipak, Star Gazetesi Yazarı Selahattin Eş Çakırgil ve Karar Gazetesi Yazarı Yıldıray Oğur katıldığı panelde bir birinden önemli konular konuşuldu. Ekonomik sıkıntılar ve diğer meselelerin ele alındığı panelde özellikle yerel seçim konusunda çok flaş değerlendirmeler yapıldı. Dilipak, Ak Partililerin de yoğun katılım sağladığı toplantıda yerel seçim ve adaylık çerçevesi çizerken: “Keşke siyasilerimiz ve bürokratlarımız, siyasetname, pendname, vasiyetname gibi metinleri okusalar, ama nerede. Vahyi bile okumuyor ki birçoğu.” Siyasetçilerin bu anlamdaki eksikliğine dikkat çekti. AK Parti’nin bu dönem adaylıklar konusunda titiz çalışması gerektiğine vurgu yapan Dilipak: “İşi ehline vereceksin. Ehliyet ve liyakat imandan önce gelecek.” Dedi. Yıldıray Oğur ise önümüzdeki seçimde bazı şeylerin değişmeyeceğini belirterek: “Seçimler yine bir kimlik sayımı, yine bir nüfus sayımına dönüşecektir. Bu sağlıklı bir demokratik düzen değil, buradan iyi belediyelerde çıkmaz. Buradan sağlık yerel yönetimler de çıkmaz.” Dedi.
“2018 SONUNDA YENİ PARA BİRİMİNE GEÇME KARARI”
Ekonomik krizin bir sebebi olduğunu ve Dünya üzerinde bir bölge, bölgede de bir Türkiye olduğunu ifade eden Yeni Akit Gazetesi Yazarı Abdurrahman Dilipak, “Dünyadaki bütün olumsuzluklar bize yansıyabiliyor. Bölgedeki olumsuzluklar da bize yansıyabiliyor. Bizim iç dinamiklerimizden kaynaklanan sorunlar da var. Öncellikle nasıl bir Dünya da yaşıyoruz? Bugün ki Dünya’da 62 patron, Dünya gelirinin yarısından fazlasına sahip. Bunların doğrudan çoğu Amerika yaşıyor. Diğer önemli bir kısmı Avrupa’da bir kısmı da Asya’da yaşıyorlar. 62 patronun ilk yedisi 55’den daha büyük, ilk yedinin ilk 3’ü toplanıyor, diğerlerini de çağırıyorlar. İlk üç Rothschild (Rockefeller) Almanya’da yaşayan toplantılara katılmayan ‘Habsburg’ ailesi var. Rothschild merkezi İngiltere, Rockefeller Amerika da, Fidic yönetiminde daha çok Rockefeller hakim ama doların, ve Dünyadaki bütün paraların değerleri ve faizleri ‘Lıbor’ tarafından belirlenir.”
"DÜNYA EKONOMİSİNİ ONLAR BELİRLİYOR!"
“Dünya’nın en büyük 12 bankası var ama yedisi dominant belirleyicidir. ‘Her gün açıklarlar biz şu parayı, şu kadar liradan alıyoruz ve şu fiyattan da satıyoruz’ derler. Dünya piyasasındaki kuru belirler. ‘Biz paraları da bankalar olarak, şu faizle alırız ve veririz’ derler. Para ekonomin Matrix sistemi ise, paranın iki merkezi var. Biri Amerika, rezerv para olarak dolar kullanılıyor. Doların 10 liraya çıkarsa, muhtemelen 40 milyar dolar civarında zararımız olacak. Ama dolar 10 kuruşa düşerse, 170 milyar dolar içeri gireceğiz. Merkez bankasında olan ve kişilerin elindeki paralar beş para etmeyecek. Çünkü 1988’de Amerika’daki finans baronları, 2018 sonunda yeni para birimine geçme kararı aldı. Dolar, Euro ve İngiliz sterlini tedavülden kaldırılıp, yeni bir para birimine geçebilirler.” İfadelerine yer verdi.
DİLİPAK: "HİÇ BİR ÜLKEDE İSTİKRARIN BİR TEMİNATI YOKTUR"
Dilipak Türkiye’nin farklı konuları konuşurken Çin’deki bir internet alışveriş sitesinin çok ciddi cirolar yaptığına dikkat çekerek: “AliExpress’in günlük cirosu 10 milyar dolar. Bizim Çanakkale Köprüsü, 7 milyar dolar ve parasını 25 yılda ödeyeceğiz. AliExpress’in günlük cirosunun nakit olarak stoklanması için sayım, güvenlik ve kozmik kasa disiplini içinde her gün sadece parasını depolamak için bin metre karelik alana ihtiyacı var. Yani basılı paralarda sorun olamaya başladı. Doların bugün 3’te 2’si kaydı paradır. Yani basılmıyor sadece seri numarası var. Amerika hiçbir şey yapmadan kâğıt vererek para kazanıyor. Şu an yediğimiz pirinçte öyledir. Dünya da pota ile satılan bütün ürünlerin bankacılık sistemine enjekte edilmesi, finansal bir nitelik kazanması, dolarla mümkündür. Bu da 1972’de alınan bir karar, bunun da bir karşılığı yok. Batının zenginliğinin arkasında aslında bu var. Dünya’da ne kadar dolar varsa Amerika o kadar borçlu, Dünya’nın en borçlu ve iflasa yakın ülkesi Amerika, aynı zaman en güçlüsü. Amerika bu gücünü kullanarak, Dünya’yı yönetiyor ayrıca askeri güç olarak ta jandarmalığını yapıyor. Şimdi böyle bir Dünya’da yaşıyoruz.”
"SİSTEMİ YENİDEN DİZAYN ETMEYE ÇALIŞIYORLAR"
“Bu Dünya dengeleri, değerleri rasyoları değişmedikçe, hiçbir ülkede ne siyasi, ne iktisadi istikrarın bir teminatı yoktur. Biz nasıl zenginleştik, çünkü BOP (Büyük Orta Doğu Projesi) ile beraber hareket edecektik. FETÖ bir Truva atı olarak içimize sokuldu, hilafet sınırları 110 ülkeye yayılıyordu, buralarda örgütlenen yapılarla bütün İslam Dünyası Americano bir İslam üzerinden manipüle edilecekti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan da istenen BOP üzerinden eş başkanı olarak öncelikle 22 ülkenin sınır, yapı ve rejim yapılarını değiştirmesi söz konusuydu. ‘One Minute’ ve ‘Mavi Marmara’ ile bu süreç tıkandı. Türkiye, Rusya ile yeni stratejik bir ortaklığa gitti. Petrolle bir denge kurmaya çalıştık. Fakat gelinen noktada Uluslararası sistem bölgeyi yeniden dizayn etmek istedikleri için sürece müdahale etti. Ellerindeki imkân, Türkiye’nin imkânlarıyla kıyaslanamaz.” İfadelerini kullandı.
“TÜRKİYE'YE KARŞI BİR MANİPÜLASYON VAR”
Borsa, Dolar, Altın ve Euro’da değer kaybettiğini ve böyle bir şeyin mantığının olmadığı ifade eden Dilipak, “Bunun muhasebesini yapamazsınız. Açık bir şekilde Türkiye karşı bir manipülasyon var. Bizim iş dinamiklerimiz açısından da eksiklerimiz ve yanlışlarımız var. Hainler, hep dış güçler bunları yaptılar, falan filan hayır efendim bu yılsonuna kadar ödememiz gereken 40 milyar dolar var. Merkez Bankası piyasadan para çekmek zorunda, Merkez Bankası’nda rezervimiz varda, teminat onlar onu nakit olarak kullanamıyorsunuz. Paranız var, bu parayı piyasadan çekeceksiniz ya da Dünya’dan yeni kredi kaynakları bulacaksınız. İçerden birileri bunları dışarıya sızdırıyor. Bizim zengin ettiğimiz adamlar da nasıl olsa dolar yükselecek, yatırımdan daha kolay bir kar, bir vurgun, biz de elinde nakit olanlar tamamı 20 kadar patron, doları piyasadan alınca dolar biraz daha yükseldi.”
BU KRİZLE BİZİ DİZÜSTÜ DÜŞÜRMEZLER, AYAĞI DA KALDIRMAZLAR!
“Uluslararası sistem, Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak isteyen finans kapital dediğimiz yapı da bunu fırsat bilerek, piyasadan para çekti. Cumartesi, Pazar demediler gece 00.02 demediler para çektiler. Bunu fırsat bilen FETÖ’cüler de ya da Türkiye’ye karşı olan PKK ve diğer unsurlar, Ermeni lobisi de devreye girdi para çektiler ve kriz patladı. Bu krizin içerde de, dışarda da sorumluları var. Biz böyle bir ihtimale karşı toplumsal olarak bir direnç kazanıp, bağışıklık üretemedik, rezervlerimizi oluştururken buna dikkat etmedik. İnşaata yüklendik, sonunda şimdi devletin de, milletin de dışardan yapılan müdahalenin de üst üste gelmesiyle bir kriz yaşıyoruz. Aslında bu krizle bizi dizüstü düşürmezler, ayağa da kaldırmazlar.”
"TOPLUM OLARAK BUNLARIN FARKINA VARALIM!"
“Türkiye dizüstü düşerse, burada inisiyatif sahibi olmak isteyen güçlerin, kendi aralarındaki savaşları ve çatışmaları ‘Dünya Savaşı’na sebep olabilir. Ama ayağa kalkınca da ‘One Minute’ diyoruz, ‘Dünya Beşten Büyüktür’ diyoruz. Bir slogan söylüyorsunuz ama onu arkasında başka bir şey var. Eğer bunu söylüyorsanız, söylediğiniz sözün arkasını desteklemeniz gerekiyor. O sözden etkilenecek olanların size karşı saldırıları gerçekleştirdiğinde ne yapacağınızı bilmeniz gerekir. Toplum olarak ta bunun farkına varmamız gerekiyor. Ama toplum bu konuda fazla bilgi talep etmiyor. Bilgiyle çok işimiz yok. Sadece talep ediyor, öfkeleniyor ve alkışlıyoruz. Bununla da bir yere gidemeyiz. Sadece iktidarı sorumlu tutmak, dış güçleri sorumlu tutmak, vatandaşı sorumlu tutmak yok öyle bir şey hepimiz birden suçluyuz.”
DİLİPAK: "MÜSLÜMANIM AMA MÜSLÜMANCI DEĞİLİM"
“Bu anlamda Dünya’daki bu son krizin arkasında bu var. Böyle giderse, benim çocuklarım yeni bir dünya savaşını da görecekler. Bu savaşların sonunda 2. Dünya savaşının sonunda faşizm çöktü diyoruz ama hala zihinlerimiz de faşizm yaşıyor. Müslümancılıkta faşizmdir, Türkçülükte faşizmdir, Kürtçülükte faşizmdir. Ben Müslümanım, Müslümancı değilim. Akıllıyım, akılcı değilim. Türküm, Türkçü değilim. Kürdüm, Kürtçü değilim. Bunu diyebilmemiz gerekiyor. Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana zalime karşı, zalim babam da olsa mazlum düşmanım da olsa, diyemiyoruz. İşte o faşizmin, içimizde kökleri var. Tarikatçı olabilirsin, tarikatın olabilir ama bir sofi olabilirsin ama tarikatçılık yapamazsın.”
“HOMO ECONOMİCUS DEDİKLERİ BİR DÖNEMDE GEÇİYORUZ”
Bizim için İslam’dan ve vatandan başka sınır olmadığını ve bu noktaya dikkat çekmemiz gerektiği vurgusu yapan Star Gazetesi Yazarı Selahattin Eş Çakırgil, “Biz ekonomi için mi, yaşıyoruz yoksa yaşamamız için mi, ekonomiden faydalanıyoruz. Biz genel olarak şimdi homo economicus dedikleri bir dönemde geçiyoruz. Ekonomiyi bir temel kriter almak zorundayız. Van Türkiye’de küçük bir noktadır. Türkiye, Dünya’da ve Müslüman dünyasında küçük bir noktadır. Washington'da ya da Japonya da yaşanan bir olay da Türkiye etkilenmektedir. Bizim Müslüman coğrafyası için yeni problemler oluşturacaklardır. Hatta Müslüman insanlarının birbirine düşüreceklerdir, şu coğrafyanın, şu coğrafyanın insanıdır diye.” dedi.
“ÜLKEDE EKONOMİK BAZI SORUNLAR YAŞANMASI, SERMAYENİN KAÇMASI DA ÇOK TUHAF DEĞİLDİR”
Kendimizle ilgili sorunlara bakarken, ilk iğneyi, çuvaldızı, kendimize batırmamız gerektiği dile getiren Karar Gazetesi Yazarı Yıldıray Oğur, “Bütün Dünya’da güç mücadeleleri var. Devletlerarasında oyunlar var. Büyük güçler arasında mücadeleler var. Fakat zaten bunların işin bir parçası, bunlarla ilgili eğer bir saldırı altındaysak, sorun varsa, bunlarla da mücadele etmek zorundayız. O yüzden bunu söyleyerek kaçamayız. Önce biz nerde hata yapıyoruz, daha iyisini nasıl yapabiliriz? Meselesi üzerine yoğunlaşmamız gerekiyor. Diğerine o kadar çok nüfuz edebileceğimiz bir durum değil, sadece söylenebileceğimiz, lanet okuyabileceğimiz gibi bir şey ama ölçüsünü kaçırışsak bir noktadan sonra bir tür avunma, gerekçe bulma, kendi hatalarımızı örtme mekanizmasına da dönüşebilir. Yani dış güçler bunları bize yapıyor, dedikten sonra kendi içimizde yapmamız gereken konuşmaları kendi muhasebemizi ertelemişte olabiliriz.”
"VAN’DA BULDUĞUMUZ BU ORTAMI İRAN’DA BULAMAYIZ!"
“Van’a 1 saat uzaklıkta olan İran’da böyle bir toplantı yapıldığında muhtemelen böyle bir masaya oturma şansı bulan gazeteciler ve entelektüeller muhtemelen ülkenin çoğunu Amerika veya İsrail’e bağlayacaklar. Ve herkes çok mutlu olacak ve salonda büyük alkışlar kopacak, ‘Kahrolsun Amerika’ ‘Şeytan Amerika’ diye bağırılacak zaten bunların hepsi komplo içimizdeki muhalifler ve ajanlar denilecektir. Bu İran’ın sorunlarını çözmüyor. İran ekonomisini düzeltmiyor. İranlıları mutlu etmiyor. İran’da iş yapmak diye bir şey düşündüğümüz de aklımıza gelen sorunlar, malımıza el konur mu, bir sorun çıkar mı, ya da bir şeyler olur mu? Aklımıza bir sürü problem geliyor. Aslında bunlar 1 saat mesafede uzaklıkta olmamıza rağmen çokta fırsatlarında olmasına rağmen bu sizi engelliyor. Demek ki bir ülkenin ekonomisinin problemli olmasının sebepleri arasında o ülkenin kendi iç dinamiklerin başında geliyor.”
OĞUR: "HUKUKİ GÜVENCENİN AZALDIĞI ÜLKEDE SERMAYENİN KAÇMASI TUHAF DEĞİL!"
“Hukuk, insanların hesap sorma mekanizmalarının gelişip gelişmediği, ticaret hukuku, bankacılık sistemi, bunların sağlam olup olmadığı, bunların hepsi adaletin üzerine utturuyor. Sağlam bir hukuki, bağımsız bir temelin olup olmadığı, bu aynı zamanda çok sessizliktir. Yani hükümet yanlış yaptığı zaman eleştirilebiliyor mu, bunu düzeltmek adına bürokrasi içerisinde yer alacak isimler var mı, Muhalefet var mı, Medya var mı? Bunlar söylenemezse demek ki yanlışlar devam ediyor. Bu da yanlışların kronik hale gelmesine neden oluyor. Tabi ki biz o konumda bir ülke değiliz. Biz de de son zamanlarda dışardan bize bakan girişimcilerin ve sermayedarların ürkmelerine neden olabilecek, bir takım sorunlar ortaya çıkıyor. Acaba burada güvence var mı, kaygısı var. İnsanlar fikirlerini tam olarak söyleyebiliyor mu? İnsanların eleştirilerini rahat bir şekilde söylemediği, hoşgörü ortamının azaldığı, insanların birbirinden öğrenme çabasının azaldığı, hukuki güvencenin azaldığı ülkede ekonomik bazı sorunlar yaşanması, sermayenin kaçması da çok tuhaf değildir.” dedi.
“HERKES ÜLKENİN MENFAATİNİ DÜŞÜNÜYOR”
Oğur, “Dünya ekonomisinin çok uzun yıllardır birbirinin içine girdiği tam olarak anlayamıyoruz. 1929 krizi, Amerika’da borsa çöküyor. Krizden birkaç ay sonra Türkiye’de özellikle liman şehirlerindeki tarım ihracatı yapan sektörler çok ciddi bir şekilde etkileniyorlar. Daha sonra 1930’da Sovyetler tarım hamlesi yapıyor, çok ucuz fiyata buğday piyasaya sürüyor. Bu sefer İç Anadolu’daki buğday üreticileri bundan etkileniyorlar. Hata Türkiye’deki buğday türlerinin bozulması bu zamandan itibaren başlıyor. Hala şu an Türkiye’de ekmek aldığınız da o ekmeğin yapıldığı unun en az yüzde 50’si ithal, çünkü Türkiye’deki buğday uzun yıllardır tarımda yanlış politikalar olduğu için bozulduğu için, ekmeklik un ithal geliyor. Buda Rusya ve Kazakistan’dan geliyor. O yüzden de dolar fiyatları arttığında ekmeğin fiyatı da artıyor. Fırıncılar isyan ediyor. Ekmeğin dolar ne alakası var diyenler var. Çok ciddi alakası var, çünkü ekmeğin yapılan un ithal ediliyor. Fiyatı artıyor, taşımacılığı, petrol fiyatları ve nice kalemler.”
"İNSANLARIN FİKİRLERİNİ RAHAT SÖYLEMESİ GEREKİYOR!"
“Bütün Dünya ekonomisi aslında iç içe girmiş ekonomilerdir. Böylesi bir Dünya ekonomisini işi iyi bilen insanların yönetmesi gerekiyor. Çok iyi, çok disiplinli bir şekilde yönetilmesi gerekiyor. Burada da ehliyetli liyatlı kadroların olması, bunların görev alması önemlidir. Bu işleri bilen bir sürü insanlar var. İnsanlar fikirleri rahat bir şekilde söylemesi gerekiyor. Merkez Bankası faizi düşürüp, düşürmemesini rahat söylemesi lazım. Öyle bir ortam olması gerekiyor. Ticaret odalarının bunu rahat söylemesi gerekir, ekonomistlerin bunu rahat söylemesi gerekir. Televizyonlar da bunları rahat konuşulabilmesi gerekir. Burada herkes ülkenin menfaatini düşünüyor. Buradan bir ortak akıl çıkacak. Buralarda bazı sorunların Türkiye’de olduğu anlaşılıyor.” İfadelerini kullandı.
"YEREL SEÇİMLERİN ÖNEMİ VE TÜRKİYE’DEKİ SİYASET GERÇEĞİ"
‘Van’dan Sesleniş Paneli’ “Yerel Seçimlerin Önemi ve Türkiye’deki Siyaset Gerçeği.” sorusuyla devam etti. Yüksek Seçim Kurulu (YSK) ilk takvimi açıkladığını hatırlatan Yeni Akit Gazetesi Yazarı Abdurrahman Dilipak, “1 Aralık’ta memurlar istifa etmiş olacaklar. Mart ayı sonunda da seçime gidiyoruz. 1 ay sonra seçim maratonu başlıyor. Geçen döneme ait dengeler altüst oldu. Çünkü şu an Ak Parti’nin tek başına çoğunluğu yok, MHP ile birlikte bir Cumhur İttifakı söz konusuydu. Meclis’te bu Cumhur İttifakı devam edecek ama yeni seçimlerde bu ittifak en azından tepede gerçekleşmeyecek. Ankara’daki irade eğer bir ay içerisinde yeni bir takım uzlaşı ya da önümüzdeki bir iki ay içerisinde bir yakınlaşma olmazsa, herkes kendi adayını destekleyecek. Ama ben bunun böyle olacağını sanmıyorum.”
İTTİFAK KONUSUNA DEĞİNDİ
“Ak Parti başkanını seçmek için MHP’lilerin oyuna ihtiyaç duyarsa, MHP’lilerde AK Parti’ye oy vermezse, CHP’li belediye seçilecekse, herhalde daha kötüsüne razı olmaz. Siyaset, rasyonalist ve pragmatik bir iştir. Sandığa gitmemek en kötüsüne razı olmaktır. Böyle bir tercihte de bulunamazsınız. Ben Dünya’nın neresinde olursa olsun oyumu kullanırım. Bu benim siyasetten var olmam anlamına gelir. İsrail’de de olsa oy kullanma yetkisi verseler, önce en iyilerinden birisini seçmek isterim. O yoksa en az kötüyü seçerim. Bu insanların satın alma peltesiyle ilgilidir. Yoksa öfkeniz var demektir. Öfkeniz aklınızdan büyükse, her şeyi yapabilirsiniz.” Dedi.
DİLİPAK: "SÜREÇ KORKU FAKTÖRÜNÜ TETİKLEDİ"
Yerel yönetimler de lider karizması ve genel merkez ya da parti logosunun yerel seçimlerde etkili olmadığı belirten Dilipak, “Özellikle başkan seçiminde, belediye seçimlerinden detayları bilmeyebilirler ve blok seçim yapabilirler. Ama dokunacağı başkanı, kendi dar bölge seçimi karakterini gösteriyor. Dar bölge içerisinde dokunacağı kişiyi tanır. Dolasıyla kötü bir adaya kimseyi razı edemezsiniz. Sadece ideolojik körlüğü, ya da çıkar menfaat ilişkileri, her şeyin üstünde olan birileri, benim adamım seçilsin mantığıyla hareket ederse, söz edebilirsiniz. Cumhuriyettin ilk yollarından uygulanan bir sistem vardı. Amerika’nın başkanlık seçimlerinde de uygulanır. İki dereceli seçim yapmak aslında, çünkü insanlar bir üst yönetim seçerken onun kalitesini takdir etmekte sorun yaşayabilirler. Ama kendi adına güvendiği birisinin karar vermesini isteyebilir. Dolasıyla insanlar kendileri karar verme konusunda güçlük çekiyorlarsa, seçicileri seçerek, seçicilerin tercihleriyle daha yüksek kalite de kadrolar uluşturulabilir.”
"AK PARTİ GELDİĞİ GİBİ GİDEBİLİR"
“Benim daha önceden söylediğim can sıkan bir söz vardı. Dikkat etmesi gerekiyor Ak Parti’nin, yerel yönetimlerden geldi buraya, eğer yanlış adımlar atacak olursa, ‘Geldiği Gibi Gidebilir de’. Dolasıyla bu seçimler de aday profili son derece önemli, Burada seçmenin davranışına yön veren iki temel dinamik var. Umut ve korku faktörü, Maalesef bugün herkes, hem barış anlamında hem iktisat anlamında, hem ahlak anlamında, hem bölge hem de dünya geleceği anlamında refleksleri korkuya dayanıyor. Umuda dayalı tercihlerin de insanların, daha farklı tercihte bulunabiliyorlar, daha iyimser oluyorlar. Korkuya dayalı tercihlerin de daha sekter davranabiliyorlar. Daha rekabetçi, kurtarıcı bir ideolojik kimliğe bürünebiliyorlar. Ben sürecin korku faktörünü tetiklediğini düşünüyorum. Bu aleyhimize bir durumdur. Ben surecin sosyolojik anlamın da, sosyopsikolojik anlamın da rahat bir süreç olmadığını düşünüyorum. Ama öbür yandan da kaybetmeme çabasının yön vereceği bir iradenin lehimize olduğunu düşünüyorum.”
"AK PARTİ O LÜKSE GİREMEYCEK!"
“AK Parti özelinde yoğunlaşacak olursak, iktidar partisi kendi siyasi gücü kaybetmemek için toplumun tercihlerini önceleyen bir refleksle, yoksa eski kadrolardan birilerini buraya ceketimi koysam, aday göstersem kazanır, lüksünü rahatlıkla dile getiremeyecek. Çünkü kaybetme riski var. Bu da aday profillerinin daha yüksek olabileceği konusunda bir umuda sebep oluyor. Negatif şartlar, sosyopsikolojik şartlar açısından negatif bile olsa, öbür taraftan ittifaklar gerçekleşecek. CHP, açıkça bir ittifak yapmasa bile hem HDP ile hem de İYİ Parti ile bir tabanda ittifak yapacak. Tepede böyle bir mutabakat deklere edilmese de, geçmiş seçimlerden gelen tecrübelerle vakah içerisinde böyle bir ittifak söz konusu olabilir. Bu ittifakların her iki merkez partilerde CHP ve AK Parti içerisinde felsefi ve ideolojik tartışmalara da sebep olacağını öngörüyorum.” ifadelerine yer verdi.
"PARTİLERDE BÖLÜNME VE ÇATIŞMA YAŞANABİLİR"
Dilipak, “Ulusalcı bir hareketin içinde HDP, kendi içinde de bir yandan ulusalcılığa karşısın, öbür yandan Kemalist ulusalcı ile işbirliği yapıyorsunuz. Ya da siz ulusalcısınız, öbür taraftan alevi toplumu ile ittifak kurmak durumundasınız. Ya da Kürtlerle ittifak kurmak zorundasınız. Bu siyasi fanatizmin üzerinde olumlu bir baskı oluşturacağını da düşünüyorum. Ama bunu ne kadar sağlıklı gerçekleştirilebileceğini zannetmiyorum. İşin tehlike yanı şu oportünizme kayabilir. Siyasetin aşırı bir şekilde ilkeselliği bırakıp, tamamen pragmatizme yönelmesi oportünizme gündeme getirebilir. Oportünizme de hiçbir felsefi, ahlaki, dini derinliğe gerek yok. Çıkarınız onu gerektiriyor, ve konjonktür çok uygun. Seçim süreci çok sağlıklı götürülmesi gerekiyor. Eğer ilkeselliği her iki parti de öne çıkartırsa, partilerde bölünme ve çatışma yaşanabilir. Çünkü şu ana kadar gözlerini yumdular, belediyeler belli bir rant meselesi, bakanı, milletvekili, yerel yönetimi, parti teşkilatları arasında bir çıkar ilişkisi kuruluyorsa, bu mahf göz bir ilişkidir.” dedi. Dilipak, yerel yönetim sürecinde aday olacaklara ve partililere de seslenerek: “Keşke siyasilerimiz ve bürokratlarımız, siyasetname, pendname, vasiyetname gibi metinleri okusalar, ama nerede. Vahyi bile okumuyor ki birçoğu.” Dedi.
"DİLİPAK: İŞİ EHLİNE VERECEKSİN!"
“İşi ehline vereceksin. Ehliyet ve liyakat imandan önce gelecek. İlk haram, ilk günah Allah’ın ilk laneti ırkçılığadır. Şeytandır ilk ırkçı, ikincisi fahşa’dır, (Hattı Aşmak) fısk u fücurdur, üçüncüsü katildir. Adalet, evrensel bir adaleti sağlayamıyorsanız, adalet yoksa barışta yoktur. Adalet yoksa barış var diyorsanız o Pax Roma’dır, teslimiyettir. Adalet ve barış yoksa hiçbir özgürlük garanti altında değildir. Bunu sağlayabilmemiz için Kürt’ün, Türk’e, Arap’ın, Çerkez’e, karşı olması değil, birbirimize karşı kazanacak bir zaferimiz yok. Birlikte kazanacağımız tek bir zaferimiz var. Yok emperyalizmin oyuncağı oluruz.” dedi.
"HERKES KENDİNE OY VERECEK"
Türkiye’de insanların kendilerini güvende hmediğini ve saldırı altın da htiklerini ifade eden Karar Gazetesi Yazarı Yıldıray Oğur, “Bunun üzerinden Türkiye’nin fay hatları ortaya çıktı. İşte Laiklik, Dindarlık, Milliyetçilik, Kürt meselesi üzerine oluşan fay hatları hala buralar üzerinden konuşuyoruz. Aslından bütün siyaseti bunlar kuşatıyor. O yüzden de karar anı geldiğinde aslında seçimler bir tür nüfus sayımına dönüşüyor. Yani herkes kimlik sayımı oluyor. Herkes kimliğinin görünür olmasını istiyor. O yüzden yerel seçimler, aslında bir şehrin sorunları ve çözümleri konuşulması gereken mecra olması beklenirken, yine bu mesele çözülmediği için Türkiye’de, insanların kendilerini güvende hmedikleri için karşı kesime güven duymadıkları için böyle çok aşiretlere bölünen bir toplum olduğumuz için aşiretler arasında ahlak ve hukuk gelişmediği için yine herkes kendine oy verecek.”
"SEÇİMLER YİNE BİR KİMLİK SAYIMINA DÖNÜŞECEK!"
“Muhtemelen bazı şehirler var. Kimliklerin daha seyrelti olduğu şehirler adaylar üzerinden belirlenir. Fakat bu sorunların ortasından geçtiği bölgedeki şehirler, ya da muhafazakâr şehirler buralarda insanlar karar verirken, yapılacak hizmete değil kimliklerine oy vereceklerdir. Seçimler yine bir kimlik sayımı, yine bir nüfus sayımına dönüşecektir. Bu sağlıklı bir demokratik düzen değil, buradan iyi belediyelerde çıkmaz. Buradan sağlık yerel yönetimler de çıkmaz.” İfadelerine yer verdi.
Kaynak: Şehrivan Gazetesi / Hamit Karakuş- Erdal Erbaş