Van’ın kötü gelişen şehirler içerisinde olmadığını ifade eden Kent Bilimcisi Prof. Dr. Ruşen Keleş, başka şehirlerle ve geçmiş yıllarla mukayese edildiğinde Van’da bir iyileşmenin olduğunu söyledi.
VAN POSTASI GAZETESİ ÖZEL
Van’ın kötü gelişen şehirler içerisinde olmadığını ifade eden Kent Bilimcisi Prof. Dr. Ruşen Keleş, başka şehirlerle ve geçmiş yıllarla mukayese edildiğinde Van’da bir iyileşmenin olduğunu söyledi.
14 Şubat 2019 Perşembe günü Kanal M'de yayınlanan Sahipsiz Mikrofon Programı'nda Baki Karaca'nın konuğu olan Prof. Dr. Ruşen Keleş, yaşanabilir kentler hakkında açıklamada bulundu.
Yaşanılabilir kentlerin bir takım göstergeleri olduğunu ifade eden Keleş, “Konut, sağlık, eğitim istihdam ve çevreden oluşan bir takım göstergeler getirilmiştir. Bu gibi göstergelere bakıldığından Türkiye’nin hiç bir kentinin yaşanılabilir kentler statüsünde olmadığını görüyoruz. Yaşanılabilen kentler için atılması gereken birçok adım bulunuyor. (Birleşmiş Miletler) BM’de ortak geleceğimiz diye bir rapor hazırlanmıştı. Orada sürdürülebilir gelişme için şu kavram kullanılır; ‘İnsanlar, üzerinde yaşadıkları toprakları kullanırken, tanrının kendilerine vermiş olduğu değerlerden yararlanırken ve bunları kullanırken henüz dünyaya gelmemiş olan kuşakların da yararlanma hakkına sahip olduğunu unutmamalılar’ deniliyor.
KENTLEŞME VE ÇEVRE BİR UYUM İÇİNDE
Yaşanabilir kent kavramının çevre faktörüyle bir uyum içerisinde olduğunu aktaran Keleş, “Türkiye’de çevre konusunun 1982 Anayasası’nda 52’inci madde eklenmiştir. Bu madde çevre hakkıyla ilgilidir. 2872 sayılı Çevre Kanunu yürürlüğe giriyor. Bu kanunda çevreye gösterilecek ilginin ekonomi ve sosyal kalkınmayla bağdaşılır olacağını belirtiyor. 56’ıncı madde hem vatandaşa çevre hakkı veriyor hem de ona bazı yükümlülükler yüklüyor. Filozof Kant, eğer birilerine bazı haklar verilmişse o hakların karşısında bir takım sorumluluklara da sahip olmak zorundadırlar der” dedi.
ÇEVRE BİLİNCİ ŞART
Yaşanılabilir bir kent için yerel yönetimlerin önemine değinen Keleş, “Başta yerel yönetimler, görev ve yetkileriyle ilgili özel yasaların kendilerine vermiş olduğu görevleri yerine getirebilmeleri için aralarında birleşerek birlik olabilirler. Örneğin Tarihi Kentler Birliği, Sağlıklı Kentler Birliği, Türkiye Belediyeler Birliği en geniş olanıdır” diye konuştu. Sürdürülebilir bir kent için öncelikli olarak çevre bilincinin oluşması gerektiğini aktaran Keleş, “ Devlet ve vatandaş çevreyi korumak, geliştirmek kirlenmesi önlemek için belirli yükümlükler altındadırlar. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Belediyeler, çevre ile ilgili hizmetleri yerine getirmek zorundalar. Bu olması gereken bir durumdur. Ama kentlerimiz ne yazık ki çağdaş batı ülkelerin kentleri ve başkentleriyle yaşanılabilir özelikleri ile aynı düzeye gelebilmiş değildir” dedi.
VAN GİTTİKÇE İYİLEŞİYOR
Van’a sayısız defa geldiğini aktaran Keleş, “Van deyince aklıma bir gözü mavi bir güzü sarı olan kediler gelir” dedi. Van’a ilk defa 1970’li yıllarda geldiğini kaydeden Keleş, “Van kötü gelişen şehirlerimizden biri değildir. Sokakların temizliği dikkatimi çekmiştir başka şehirlerle mukayese ettiğimde. Van’ı geçmiş yıllarıyla mukayese ettiğimde bir iyileşme dikkatimi çekmiştir. Dikkatimi çeken bir diğer konu ise dikey mimari dediğimiz gereksiz yükseliş burada yok denilecek kadar az” ifadelerini kullandı.
ALTYAPI SORUNU VAR, AMA ÖNEMSEYEN YOK
Kentleşmedeki en büyük eksikliğin altyapı eksikliğinden kaynaklandığını kaydeden Keleş, “Altyapı eksikliği en büyük eksikliğimizin başında geliyor. Altyapı pahalı bir şeydir. Kanalizasyon, katı atık toplaması, depolaması, bunlar kolay şeyler olmadığını belirtmek gerekiyor. Şehirleşmede Türkiye’nin 30 büyükşehrimizi ele aldığımızda benzer eksiklikler bulunuyor. Yerel yönetimler sadece bir başkan seçmekle her şeyin bittiği kanaatine kapılmamalıdırlar. Her konuda teknik kadrolara sahip olmalıdırlar. Bu konuda atmaları gereken bütün adımları kamu yararına yöneltmeleri gerekiyor. Çevre ve planlama konusunda diğer Avrupa ülkeleri gibi ciddiyetle ele alındığını ülkemizde göremiyorum” dedi. Keleş, Türkiye genelinde katı atıkların toplanması ve korunması ile ilgili ilerici adımların atıldığını söylemenin güç olduğunu ifade etti. Keleş ayrıca Akıllı Kent kavramının yanlış olduğunu söyleyerek, “ kent akılı olmaz, kenti yönetenler akıllı olur. Bu araçları kullananlar kötü amaçlar için kullanırlarsa akıllı kentten bahsetmenin mümkün olmayacağını söyledi.
İMARDA RANT GÜDÜSÜ
Çarpık kentleşmenin en büyük sorunlarında birisinin dikey mimari yani yüksek binalar olduğunu ifade eden Keleş, buna yol açan faktörlerin başında ise rant güdüsüyle hareket eden belediye meclisleri geldiğini aktardı. Keleş, “iktisatçılar üretim faktörlerinden bahsederler. Bunların başında sermaye gelir, sermayenin getirisi vardır. Buna faiz diyoruz. İkincisi girişimciliktir, onun getirisi kardır. Üçüncü üretim faktörü emektir onun getirisi ise ücrettir. Son üretim faktörü ise topraktır onun getirisi ise ranttır. Ben bu konulara baktığımızda dikey mimarinin bu itici gücün ortaya çıkardığını düşünüyorum. Sadece İstanbul ve Ankara’da belediye meclislerine getirilen imar değişikliği sayısının 700 ile 800 olduğu söyleniliyor. Bu bir keyfiliktir” dedi.
KENTLEŞTİK DİYEREK KENTLEŞMİYOR
Kentleşme teriminin yanlış kullanıldığını ifade eden Keleş, kentleşme teriminin daha çok oluşan nüfus hareketliliğiyle eş değer olarak kullanıldığını söyledi. Keleş, “1950’lerde nüfusun yüzde 20’si kentlerde yaşıyordu. Şimdi tersine döndü. Büyükşehirlerdeki köylerin tüzelkişiliğini kaldırarak, belde belediyelerin tüzel kişiliğini ortadan kaldırarak hepsini mahalleye dönüştürdük. Böylece büyükşehirlerde köylü nüfusun oranını sıfıra indirdik. 30 büyükşehirde kentleşme oranı yüzde yüzdür. Oran ne olursa olsun bu nüfus hareketliğini anlatıyor. Hâlbuki kentleşme buna ilgili değildir. Kentleşmenin ekonomi, sosyal ve kültürel yönleri var. Bir ülke kentleşiyorsa orada imalat ve saniyede çalışan nüfusun oranı belirli bir düzeye gelmesi gerekir. Hizmet sektöründe çalışan nüfusun oranı belirli bir düzeye gelmesi gerekiyor. Buna gerçek anlamda kentleşme diyoruz. Bunlar hepsi olsa bile gene eksik bir yönü bulunuyor. Köyden kalkıp kente gelen insanların davranışları ve tavırları ne derece kentleşmiştir. En büyük eksikliğimiz buradadır” diye konuştu.
KENTLEŞMENİN GETİRDİĞİ YÜKÜMLÜLÜKLER
Sözlerini sürdüren Keleş, “Türkiye’de nüfusun yüzde 92’si kentlerde yaşıyor. Bu nüfusun tamamının kentleştiğini söyleyemeyiz. Kentlerde yaşadıkları halde köylülük tavır ve davranışlarını sürdürenler bulunuyor. Kesinlikle buraya bir burjuva bakış açısıyla kentlilik iyidir, köylülük kötü davranıştır bakış açısıyla değerlendirmiyorum. Kentlerde yaşamanın insanlara yüklediği bir takım sorumluluklar var. Van’da metro yok, olduğu zaman göreceksiniz. Van’da yaşayanlar uygar insanlardır. Umarım Ankara, İstanbul gibi olmaz. Ankara’da metro istasyonlarında, metroda bulunan insanların dışarıya çıkma imkanları yoktur. Çünkü dışardakiler onları ezecek şekilde hücum ederler. Bu kentleşmenin ve kentleşmemenin arasındaki farkı gösteriyor.
BELEDİYE MECLİSİNE İMAR BASKISI
İmar planlarının kentlerin anayasası olduğunu kaydeden Keleş, “İmar planları birer hukuk kuralıdır. İmar kurallarının koymuş olduğu kurallar hem mülkiyet sahibini bağlar, hem belediyeyi bağlar hem de devleti bağlar. Bağlayıcı hukuk kuralları mahiyetindedir. Bizim imar planlarının hazırlanmasıyla ilgili önemli kanunlarımız var. Buna göre imar planların yapma yetkisi belediye meclislerine verilmiştir. İstanbul’daki Çamlıca’daki yeşil alanı imar planı değişikliği yaparak cami alanı yapacaksın diye kimse talimat veremez. Böyle bir hukuki durum yoktur. Ama ne yazık ki belediye meclisleri genelde rant güdüleri ve baskılarıyla hareket ediyor. Ne yazık ki imar kanunumuz şunu söylüyor; belediye meclisleri imar değişikliğini salt çoğunlukla kabul ederler, imar planı değişikliklerini ise salt çoğunlukla kabul eder. Halbuki bazı ülkelerde örneğin Rusya’da imar değişikliği için nitelikli çoğunluk yani üçte iki, dörtte üç değişiklik isterler ki kolay değiştirilmesin diye. Ayrıca kanunlarımız imar değişikliğini belediyelerin dışında pek çok bakanlığa da vermiş. Bu yanlış bir şeydir. Bunlar dünyadaki gelişmelere ters aynı zamanda işin niteliğine de aykırıdır. En önemlisi Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası antlaşmalara aykırıdır” ifadelerini kullandı.
Kaynak: Van Postası Gazetesi