Her şey yorgun bu günlerde. Toprak yorgun, insan yorgun, hava yorgun...
Güneş dahi yorgun doğuyor sanki. Işığının değdiği her şey tüm canlılığını yitiriyor gibi. Aydınlandıkça dünya daha çok karanlığa gömülüyor. Öğrendikçe cehalet yükseliyor durmadan. İlim yorgun artık, kalem yorgun… yazdıkça daha çok yoruluyor kelimler. Hırpalanıyor sanki tüm sözler. Manasını yitiriyor ne söyleyen etkili ne de söylenen etkileniyor.
Herkes yorgun artık... Baba yorgun, anne yorgun, çocuklar yorgun. Kimsenin birbirine tahammülü kalmadı. Yorgun bakıyor gözler. Tıkalı tüm seslere kulaklar, yürekler. Evin ortasında koca bir bataklığın içinde çaresiz çırpınırken benliğimiz uzanacak el yorgun. Herkes köşesine çekilmiş, bir araya getirecek ayaklar yorgun.
Her köşe başında büyük kavgalar; durun diyecek sesler yorgun. Yüzyıllardır süre gelen savaşlara karşı koyacak direnç yorgun. İnsan olmanın ağırlığını kaldıramamış tüm bedenler yorgun.
En çok da iman yorgun... Besleyip büyütmekten aciz kaldığımız, günden güne eriyen iman yorgun. Allah’ın emriyle yaşanacak hayatı kendi tercihlerimizle yaşamaya başladığımız günden beri yorgun. “Bu benim hayatım!” sözü söylendiği andan itibaren bitkin. Bizi koruyacak kudreti elinden aldığımızdan beri yorgun. Arada bir “Seni seviyorum Allah’ım!” hitabıyla diri tuttuğumuzu sandığımız ama sevgiyi ispatlayamadığımızdan beri yorgun.
Yarınlar hep bizimmiş gibi yaşadığımızdan beri yorgunuz. En çok da biz yorulduk. Ne yeni bir yolda yürümenin heyecanı kaldı içimizde, ne kuşların cıvıltılarıyla mest olacak heves. Unuttuk mu gerçekten her şeyi? Saygıyı, sevgiyi, hayal kurmayı, heyecanlanmayı, aşkla yürümeyi, derin derin nefesler alarak tüm güzelliklerin doruklarına tırmanmayı... Hatırlamak gerek yeniden yaşama tutunmak için. Ama bellek yorgun, kalp yorgun, insan yorgun...