Ne çok şeyin sonunu getirdik kendi sonsuzluğumuzda... Ne çok şeyi tükettik tükendikçe!
Sevgimizi, saygımızı, nefretimizi... Hepsinin sonunu biz getirdik. İlk son bulmayı 'korkuya' verdik. Önce korkumuzu tükettik. Kaybetme korkusu, zarar verme korkusu, koruyamama korkusu, kontrolü kaybetme korkusu... Oysa en büyük cesaret korkmaktı çoğu zaman. Korkuydu bizi biz yapan sınırlarımızı çizen. Ama biz hunharca harcamaktan bir an olsun geri durmadık. Çünkü kaçmak, bitirmek bize kesin çözüm gibi gelmişti. Bir durup çevremize bakınca en büyük zararı kendimize verdiğimizi fark edebilirdik, ama biz zamanı da tükettik, zamanın sonsuzluğuna inat. Konuşmak zor geldi, anlamak, anlatmak, anlaşmak zor geldi. Sebepleri, sonuçları, amaçları neydi davranışlarımızın? Neydi bizi bu noktaya getiren, düşünmek zor geldi.
Gerçekliğin içindeki mavi bize imkânsız geldi. Maviye, umuda, sonsuzluğa harcanacak emek bize uzak geldi. Bu sebepten siyaha boyadık tüm hayatı, acıya, nefrete, savaşa boyadık. Ve kaçınılmaz son: siyaha boyandık.
Şimdi geriye dönüp bakma zamanı değil midir? Tükenmeden, daha fazla tüketmeden. Umudun elinden tutup, mavi dünyamızı inşa etme zamanı değil midir? Tüm tükenmişliklere inat hayatımıza fazla anlam katmanın zamanı değil midir?
O halde maviye ilk adımımızı korkmakla atalım. Kırmaktan, incitmekten, kaybetmekten, üzmekten korkalım. Tüketmekten korkalım..!